görele
Kemençe Üstadlarımız
|
||||||||||||||||||||||||||||
Gemi Amasra-Zonguldak arasında seyrederken şu dörtlüğü söyler ve çok geçmeden de son nefesini verir (4 Haziran 1946). "Kestim parmacuğumu Kanım akıyor kanım Zonguldağın üstünde Canım çıkıyor canım." Geminin "seren direği"ne gemide cenaze olduğunu belirten "Sahil Sıhhiye Bayrağı" çekilir. Gemi Zonguldak'a gelince bayrağı gören Sahil Sıhhiye ilgilileri cenazeyi almak üzere gemiye girmek isterler. Süvari Deli Bahtiyar öfkeyle: "Ben kanun manun tanımam. Burada kanun benim. Vermiyorum cenazeyi!" diye top gürlemesini andıran bir sesle kükrer ve cenazeyi vermeden yoluna devam eder. Sirkeci rıhtımında, cenaze mahşeri bir kalabalık tarafından karşılanır. Buradan Kulaksızca götürülerek ebedi istirahatgahına tevdi edilir. M. Sırrı Öztürk unutmadığı anılarından birim de şöyle anlatıyor: "Picoğlu'nun öldüğü sene Daylı'da bir düğündeyiz. Düğün alayı rahmetlinin evinin yanından geçerken, ustası Karaman Halil Ağa tüm çalgıları susturdu, başladı hıçkıra hçkıra ağlamaya. Bu durum hepimize çok dokunmuştu. Biz de ağladık. Allah her ikisine de rahmet eylesin!" Tirebolu Ortacami köyünden Enver Tepe'nin bir acısıyla yazımızı noktayalım: "Birgün Tirebolu eşrafından Ahmet Karakaya'nın düğününe gelmişti. Bu sı- rada bir mâzı yapımı için bir dut ağacının yerinden sökülüp, bir başka yere dikilmesine karar verilmişti. Olaya şahit olan Picoğlu: "Ula uşak, ha bu dutu yerken dersiniz ki; birgün burada Picoğlu'da vardı". O dut ağacı şimdi yerinde duruyor mu bilmiyorum amma, şurası bu gerçek ki; kemençeler çalınıp, horonlar tepildikçe rahmetli Picoğlu'nun "Baki kalan bu kubbede bıraktığı hoş sada" gönüllerde yankılanmaya devam edecektir. Picoğlu ekolünü, günümüzde M.Sırrı Öztürk sürdürmektedir. |
||||||||||||||||||||||||||||
DURKAYA (Kemal ÎPŞİR) (1911-19.08.1989) | ||||||||||||||||||||||||||||
Ardıç koyundendir. Davul, zurna, kemence sanatçıları çıkarmış bir aileden gelmektedir. |
||||||||||||||||||||||||||||
Durkaya adıyla ünlenmiştir. Bebekken ağır bir hastalığa yakalanır. Köyde yapabilecek ilaçlar denenir. Bir sonuç alınmaz. Babası umudu keser. Basında beklemeye başlar oğlunun. Aksakallı biri çıkagelir. Hasta bebeğin basında durur, bakar sonra basını okşar: "iyi olacak oğlun" der, babasına, "yaşayacak..." der. "Bundan sonra buna Durkaya dersen iyi olur" der. Gider. Hasta bebek. Kemal iyileşir. Bu olaydan sonra sakallı adamı gören olmaz. Kemal da "Durkaya" adıyla çağrılır. Durkaya'nın bir ara Giresun'da Velioğullan'na çoban durduğu, kemençeyle orada tanıştığı söylenir. Durkaya'nın ustası kemençenin gelmiş tek virtüözü Karaman'dır. Derekuşçulu'da bir düğünde. Karaman, Piçoğlu, Durkaya buluşurlar. Çalarlar, oynatırlar, oynarlar. Düğüne gelenlere mutlu saatler yaşatırlar, iki sanatçı da ustalarına çok saygılı davranmaktadır. Karamanca düğündekilerden kimileri sorar, yetiştirdiğin iki ustanın en iyisi hangisidir? Karaman az durur, sonra; "Arkadaşlar, en güzelini Durkaya çalar, Piçoğlu'da türküyü iyi söyler" der. Gerçekten de yay atma ustası olan Durkaya'nin olağanüstü güzellikte çaldığı, çok yumuşak, okşayıcı, kıvrak bir üslubu olduğu kemençeden anlayanlarca bilinir. Horon oynatırken ezgiden ezgiye geçişleri incelikli, çok ustaca, kulak okşayıcıdır. Kısa, orta boyluların genel kıvraklığı, hareketliliği tümden Durkaya'da top- lanmış denebilir. Horona çalarken coşar, coşar. Gerek oynayanları, gerekse izleyenleri coşturmada üstüne yoktur. Yerinde duramaz. Oynar, koşar, dolanır, eğilir, çöker, zıplar, oturur, kalkar, yatar, fırıl fırıl döner. Horon artık çalanla, oynayanlarla, izleyenlerle öyle bütünleşirki tek kişinin sanat gösterisine dönüşür. Düğünlerde yeme, içme, eğlence, oyun, tüfek, tabanca... gırla giderdi eskiden. Kemençeciler içki içenlerin bulundukları konaktan konağa gide gele iyice bulanırdı, yorulurlardı. Horonlar, eğlenceler o denli uzar sarhoşlar o denli sapıtırlardı ki kemençeci olarak onları kırmadan durumu kurtarmak zordu, beceri isterdi. Durkaya böyle durumlarda küçük parmağı ile çok ustaca kemençesinin ince telini kopartır, tel koptu, diyerek durumu kurtarırdı. Olay çıkmasını da önlerdi. Sis Dağı'nda Otçu Göçü Şenlikleri yapılmaktadır Büyük bir horon kurul- muştur. Usta kemençeci Piçoğlu coşturur da çoşturur oynayanları, izleyenleri.Gençtir Durkaya, su gibi delikanlıdır. Hareketli, atak, fırtına gibi çalmaktadır. Topuk otunun içinde yuvarlanmaktadır. Piçoğlu alınır, kızar. Türkü atarak uyarmaya başlar. Durkaya anlamaz, farkına varmaz belki de. Ama yavaş yavaş gerginliği azaltır. Durkaya, yavaşlar. Piçoğlu çıkar yavaş yavaş horondan, Durkaya'ya bırakır yerini. Durkaya şakacıdır, esprilidir. Bir düğüne gider yıllar önce. Kıtlık, yokluk yıllarıdır. Doğru dürüst evi barkı bile yoktur. Çubuktan yapılmış evlerde oturulmaktadır. Gece Durkaya'yı yatırır ev sahibi. Altına ot yığını, basının altına da bir bağ sap bırakır. Evin kadını gelir. Saygıyla bağa, yatağa bir daha bakar. "Gardaşım der, rahat mısın, bir bağ sap daha getireyim mi?" Durkaya: "Sağol bacım" der, "Ben sabaha kadar ancak bunu yerim." Durkaya, yöremizin hikaye anlatıcısıdır. Doğu Anadolu'da çok yaygın olan hikaye anlatma geleneğinin yöremizdeki sanatçısıdır Durkaya. Basından geçenle hikayeye dönüştürerek, "hikayeli türkü" yaratır. Sevdiği kızla kızın evinde buluşmaktadır. Birinde kızın ağabeyine yakalan Türküyü Durkaya'dan dinliyelim: Kaymakam mı donattı Böyle uzun yapıyı Saat iki var idi Vardım vurdum kapıyı Gırat gider yokuşa Bak paltuna paltuna Yorganı dört gat yaptı Dizlerinim allına Yaylanın soğuk suyu Deldi bağrı mı deldi Vardumudu kapıyı Bayan dışarı geldi Bu benim garip güzüm Yedi can ı m ı yedi Kalktı açtı gapıyı O kırmızı yanaklar öyle sarılır dİle Vardım girdim içeri O yavrumula bile Gece çıktım dışarı Aya bakan m aya Bayanı la beraber Vardım girdim odaya Vardım girdim odaya Omuz verdim dökmeye Henüz başladım idi Sevip sevip öpmeye Yaylanın soğuk suyu Deldi bağnmı deldi öpüşürken kız ile Hem de abiyi geldi Daha gece gerek yok in kepekten altına Haber anlatamadım Gavur oğlu gavura Merdivenden aş i ye Hem de indim ah ıra O benim garip güzüm Kattı aklımı kattı Aşkolsun Durkaya'ya O ineğin önünde Acele gene yattı Utaniyum arkadaş Hepsi n i demeye O gencecik yaşlarda Paldırları yemeye O benim garip güzüm Kattı ahımı kattı Geldi bayan aklıma Bir gucacık alafı Birgucak çayır aldı Hemen üstüme attı |
||||||||||||||||||||||||||||
Hapisane içinde Yandım Alih'ım yandım Elbisemden çıkarken Beni yiyecek sandım Yaylanın soğuk suyu Deldi bağnını deldi Üç günlük gelin iken Bana selamı geldi. Dulanayım yavrumun öyle kalem kasma Acele gene yavrum Geldi bayan yanıma Keşan attı başıma Bir gürsün atacağım Karşıdaki yapıya El tanımasın diye Gırmızı koşan ile Attı beni gapıya Gırat gider yokuşa Bak paltuna paltuna Ordan çıktım dışarı Kaldırımdan aşağı Ben sıçradım altına Yaylanın soğuk suyu Deldi bağrı m ı deldi U eşek oğlu eşek Hemen ardımdan geldi Gece çıktım dışarı Aya bakarım aya Yanımın ortasına Vurdu goca bir gaya Merdivenden aşiye Usulca ineceksin Uy eşoğlu eşek Beni öldüreceksin Gayıkçının elinde Bak ganciye ganciye Çile asa gaçarken El attım tabancaya Böyle böyle gezerken Sen bir hale galırsın Tabancama el attım Etme Durgaya dedi Bir be laya galırsın Bu şarkıyı çıkaran Ne ne yamandır ne yaman Ey gidi arkadaşlar Türkünün sonu tamam. |
||||||||||||||||||||||||||||
Ünlü kemence sanatçısı Durkaya'nın yıllardır yöremizde türkü olarak da söylenen bir öyküsü daha vardır. Gençliğinde basından geçen olayı Durkaya öykütürkü biçimine dönüştürmüştür. Olay Yağlıdere'de geçer. Durkaya'ya bırakalım sözü, yani ustasına. yaratıcısına: Kemençeci, o arkadaşın yanında kaliyu. Arkadaş, kemençeciye, şöyle küçücük bir rakı aliyu, misafirim içer, diyerekten... Habile, küçücük bir rakı aliyu.Kemençeci de çok serhuşumuş. Arkadaşıyla gittiği köyde yatıp uyuyu... |
||||||||||||||||||||||||||||
Ulaa diyum hemen, ula. Kemençeyle ceneze çığırıyu. Eski zaman çifte da- bancayı çekiyu, "kümmm.." bi dene atiyu. Kemençeci de dabancayı çekiyu belinden, "ding... dingding... ding" Garı, diyu adam, kemençeci de dabanca varmış...Tüfee getir, diyu. Tüfee, şöyle bir bağ mermi sürüyü, beş mermi. Dür, seni vurim, diyu. Başliyu atmaya: "Tak kum tıkuvv... Tak kum tıkuvv... tak kum tıkuvv... tak kum tıkuvv... tak kum tıkuvv. Beş mermi atiyu kemençeciye. Kemençeci kaçiyu... Tabi, vursa vururdu, kemençeciyi ya, vurmadı adam... Vurur mu yahu! Adam, şimdi geliyu, alt tarata geliyu. Çoban varmış orda. Çobanı çagiriyu. Çobanın basında kepenek var. Çobana da kıziyu. Çoban gaçiyu. Kemençeciye, "ora, çoban, çoban" diyu. Kemençeciyi çoban saniyu. "Ne var amca?" diyu. Haburdan bir kemençeci geçti mi, gördün mü? diyu. Amca diyu, buldan biri geçti ama kemençeci mi ne bilim diyu. Osman Dayı'nın kolu çok kuvvetli. Kemençecinin (çobanın) kolunu tutuyu. Onun kolu çalı gibi kaliyu.Osman dayı iri. Bıyığı motorun pervanesi gibi. Adamın kolunu tutsa koparır yahu! Osman Dayı (anıyu kemençeciyi. "Ora sen midin, domuz?" diyu. "Ora sen biliyu musun, ora beni vuruydun az daha" diyu. "Ora seni vurmadım mı?" diyu.Biliyu musunuz o zamanlar gencidim, öylece. Gençtim ben o zamanlar. Yaa ne işler geçiyu insanın basından." Görele kemençecinin merkezidir. En yaratıcı, en kıvrak, en içli burada çalınır kemence. Halkbilimci M. Arif Altunbaş, Tonya Horon Ekibi'yle Dünya Birincisi olduğu yarışmada. Yunan ekibinin sorumlusu Constantin'e "Horonun, horon giysisinin, kemençenin kimin olduğunu" sorar.Constantin, horonun da. giysilerinin de bizim (Türklerin) olduğunu söyler. Der ki, "Sen öğretmensin ama bir şey bilmiyorsun. Elevi denen bir yer var, şimdi oraya ne diyorsunuz? Görele, dedim.Constantin. "İşte orası, varya, kemençenin menşeidir" Gerçekten de Tuzcuoğlu, Karaman, Piçoğlu gibi ustaların yanında yer alır. Karaman, Piçoğlu nasıl bir ekolse, Durkaya da bir ekoldür. Durkaya ekolünü Katip Sadi (1938) ve Şenel Dandin sürdürmektedir. |
||||||||||||||||||||||||||||
MEHMET SIRRI ÖZTÜRK | ||||||||||||||||||||||||||||
1938 yılında Görele'nin Hürriyet mahallesinde (Kemikli) doğdu. Babasının adı Mehmet, annesinin adı Hidayettir. 6 yaşında kemence çalmaya başladı. Kemence hocası Piçoğlu Osman'dır, iki sene Piçoğlu Osman'la birlikte düğünlerde kemence çaldı. O zamanların imkansızlıkları nedeniyle, kendi kemençesini, çöğürden, süpürge sapından yaptı. Ona kemençeyi Piçoğlu Osman yaptı. 18 yaşında kadar, Görele'de düğünlerde, yaylalarda kemence çaldı. 1958'da Hava Kuvvetlerinde bandocu olarak vatani görevini yapmak üzere askere alındı. 1967'de Ankara Radyosu'na davet edildi. Burada memleket havalarıyla ilgili birçok bant yaptı. Ankara Radyosu'ndan sonra istanbul Radyosu'nda da çalıştı. 1985'de İ.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı'na davet edildi ve hoca olarak göreve başladı. Yurt içinde ve dışında sayısız festivallere, düğün ve davetlere katıldı. TV ve Radyo programlarına çıktı. Almanya, Fransa, italya, Macaristan ve Lüksenburg basta olmak üzere birçok turneye katıldı. 4 çocuğu olan Öztürk, halen l.T.Ü. Türk Müziği Devlet Konservatuarı'nda hoca olarak çalışmaktadır. |
||||||||||||||||||||||||||||
KATİP ŞADİ | ||||||||||||||||||||||||||||
Görele'nin Derekuşçulu Köyünde doğdu. 10 yaşında kemençeye başladı. Ustası Durkaya'dır. (Kemal İpşir) Kemence çalmaya emanet bir kemençeyle başlamıştır. ilk kemençesi 15 yaşında olmuştur, ilk plağım 1962 yılında çıkardı. Çok sayıda plak ve kaset dolduran Katip Sadi TRT ye de kaset yapmıştır. |
||||||||||||||||||||||||||||
Sami GÜNAY | ||||||||||||||||||||||||||||
1938'de Çürükeynesil (Sağlık köyü)'de, Camiyanında doğmuştur, ilkokulu Görele'de okumuş, Ortaokula başlamış, bitirememiştir. Çocukluğunda olağanüstü bir ilgiyle kemence çalmaya başlamıştır. |
||||||||||||||||||||||||||||
Camiyanı, köyün en geniş alanı, halkın toplanma yeridir. Ayrıca Karadere» Maksullu ve daha yüksek köyden gelenlerin dinlenme yeridir. Hemen hemen her gün Karadere'den Görele'ye gelen kemence virtiözü Karaman da Camiyani'nda dinlenir, arkadaşı Ali Günay'la konuşur....su, ayran içer.... Ayrıca çok iyi kemençeci Hocali Özdemir'de çok yakında oturmaktadır. Sami Günay Karaman'dan, Hocali özdemirden de yararlanarak kendi çalma tekniğini yaratır. Görele'de, Eynesil'de, Tirebolu'da, Örcn'de, Beşikdüzü'nde... çok sayıda düğün yapar. Kemençe'de aranan isimken Almanya'ya gider. Ama orda da sürdürür kemençeyi. Düğünlerde, gecelerde çalar. Kemence çalmadığı gün yoktur. Almanya'dan emekli olan Sami Günay, yılın bir holümünü Almanya'da bir bölümünü de Görele'de geçirmektedir. Görele'nin ezgilerini doğru olarak çalan kaynak kişidir. Ayrıca bölgemiz dışındaki ezgileri de kolayca çalmaktadır. |
||||||||||||||||||||||||||||
M.Naci KESKİN | ||||||||||||||||||||||||||||
Görele'nin Haydarlı Köyünde doğdu, tik, orta ve liseyi Görele'de okudu Görele Ticaret Lisesİni son sınıfında iken TRTnin açmış olduğu "Yetiştirilmek Üzere THM Saz Sanatçısı Sınavı"nı, Türkiye genelinde 7 bin kişiden ilk 41 kişi arasınA girerek kazandı. Daha sonra 8 ay kurs gördükten sonra, Ankara Radyosunda göreve başladı. TayiniNİ istanbul Radyosu'na isteyerek, Istanbu'a geldi ve halen bu radyoda görev yapmaktadır. M. Naci Keskin kemence sanatçılığına, mısır tarlalarım kazan imecelere ke- mence çalmak için, babasının ona bir kemence almasıyla başlamıştır. 1985 yılında ilk kasetini çıkaran M. Naci Keskin, ayrıca Türkiye'de ilk defa "nota" ile Türkiye Radyoları'nda kadrolu kemençe sanatçısı unvanını taşımaktadır. |
||||||||||||||||||||||||||||
Mehmet MAKSUTOĞLU | ||||||||||||||||||||||||||||
Hüseyin ÇINAR | ||||||||||||||||||||||||||||
1959 yılında Menteşe Köyünde doğdu.İlköğrenimini Menteşe köyü ilkokulunda yaptı.Okurken aynı zamanda çobanlık yapıyordu.Kemençe sevdası 1971 yılında koyun otlatırken düz bulduğu yerde ağzıyla çalıp köydeki çoban arkadaşlarına çalıp oynatırken başladı.O sene yaptığı başak parası ile Esat Somuncu'ya verdiği kemençe siparişiyle ilk kemençesini aldı ve en büyük idealini yerine getirdi.15-20 gün sonra "yeşil boyalı kayık" havasını çalmaya baladı. | ||||||||||||||||||||||||||||
Hikmet GÖK | ||||||||||||||||||||||||||||
1961 Karakeş köyünde doğdu.İlk öğrenimi köyünde, orta ve lise öğrenimini Görele'de tamamladı.1971 yılında bağlama çalmaya başladı.1983 yılında kemençeye aşık oldu ve çalmaya devam ediyor. | ||||||||||||||||||||||||||||
Kaynak : Ali Bilir-Geçmişten Günümüze Tüm Yönleriyle Göre |